15 Mayıs 2020 – 15:07 – Güncelleme: 15 Mayıs 2020 – 15:21
İnfak, Allah için malından, parasından, ürününden harcamak demektir. Mübarek Ramazan ayındayız, son haftasına doğru giriyoruz. Allah’ın bize emanet olarak verdiklerinden bizler de ihtiyaç sahiplerine gönül rahatlığı ile vermeliyiz. Biz hiçbirşeyin sahibi değiliz, Malikü-l Mülk olan Allah’tır. O kendi ihsanından bizlere veriyor ve ihtiyaç sahiplerini gözetmemizi istiyor. Mali ibadetlerle bazısını zorunlu kılmıştır. Zekat, fitre ve kurban ile ihtiyaç sahiplerine ulaşmamızı emrediyor. Dinen bu ibadetleri yapabilecek konumda olan müminler, fakir fukarayı gözetmek durumundadır. Aksi halde günah işlemiş olurlar. Özellikle zekat çok önemlidir, zekat verebilecek durumda olup dinen zengin sayılan insanlar, fakirin hakkını Allah’ın rızasını gözeterek vermek zorundadır. Bu mali ibadetler dışında bir de insanın gönlünden geçerek, ihtiyaç sahiplerine yardımcı olması durumu vardır ki, o da infaktır.
Yüce Rabbimiz buyuruyor:
“Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Amellerin hepsi en güzel olsun. Allah iyilik yapanları (hayır-hasenat, amel-i salih işleyenleri) sever.” (Bakara, 195)
İnfakı Yüce Allah bu ayet-i kerimeyle bir nevi emrediyor. İnfak etmekten, Allah için vermekten uzak durursanız kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atarsınız diyor. Aldığımız nefes bile bizim değilken biz niye Karun gibi veya onun izinden gidenler gibi.. zengin olma derdine düşüyoruz. Zenginlik ayıp da değildir lakin hakkını vermek gerekir. Hakkını vermek de yoksulu, fukarayı gözetmekle, onların hakkını vermekle olur. İsraf içinde lüks içinde şatafatlı yaşamakla Allah’ın rızasına ulaşılamaz. Hz.Ebubekir (r.a.) de çok zengin bir insandı. Varını yoğunu Allah için harcadı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) den gördüğü gibi.
Müslüman en güzeline layıktır lakin ihtiyaç sahiplerinin gözünü üzerinde bırakmadan, hayır hasenat sahibi bir insan olarak yaşarsa, Allah’ın kendisine verdiği zenginliğin hakkını veriyor demektir. Böyle zenginlerimiz de çoktur yalnız zorunlu mali ibadetleri yapmayanlar da hatırı sayılır derecededir. Zaten zekat, fitre ve kurban ibadeti hakkıyla yapılabilse, toplumda ihtiyaç sahibi insan kalmaz. Asr-ı Saadet ve Ömer Bin Abdülaziz dönemleri buna en güzel örnektir.
İşte O, Beşinci Halife diye de bilinen Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki:
“Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka (infak) ise, Melik’in (Malikü’l Mülk) huzûruna çıkarır.”
Ömer Bin Abdülaziz, kendisi bu konuda hassas olduğu gibi tebaasından da bu hassasiyeti isterdi. Onun zamanında insanlar zekat verecek insanları bulmakta zorlanırdı. Neden derseniz, çünkü herkes üzerine düşeni yapıyordu da ondan.
Ali İsfehânî -rahmetullâhi aleyh- ise bir hakîkati ne güzel ifâde ediyor:
“…Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yani şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.”
Rahat ve huzur infaktadır, Allah için harcamaktadır. Bizim bir verdiğimize Allah en az on veriyor, bundan daha karlı alışveriş olabilir mi?
Allah’ın rızası; fakirin, yetimin öksüzün, masum ve mazlumun yanındadır. Az çok demeden gerekirse, Efendimiz (s.a.v.) in ifade ettiği gibi , yarım hurma ile bile olsa tasadduk etmeliyiz. Bazen verilen bir lira bin liradan bile daha kıymetli olabilir. Biz yine de verirken elimizi korkak alıştırmayalım. Ne verirsek elimizle o da gider bizimle. Kefenin cebi yok, kimse bu dünyadan salih amel ve sadaka-i cariye dışında bir şey götüremiyor. Dünya malı dünyada kalıyor asıl yatırım ahirete yapılandır.
Duhâ Suresi, 8 ile 11. ayetleri arasının mealiyle konumuzu tamamlayalım:
“Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni de sakın azarlama. Ve Rabbinin nîmetini minnet ve şükranla an.”
Lokman ÖZKUL
İlahiyatçı-Yazar
lokmanozkul@gmail.com